Başroldeki erkek oyuncu için başladığım, kadın oyuncunun performansına hayran kalıp devam ettiğim, ancak hikayenin akıcılığı ve etkileyiciliğiyle sonuna kadar gözümü kırpmadan izlediğim bir diziydi "Secret." Cidden merak uyandırıyordu. Başroldeki dört oyuncunun da sergilediği performans çok iyiydi bence.
Dizinin konusunu burdan öğrenip dilerseniz hemen izlemeye başlayabilirsiniz. (Yeppudaa'lıyım ben!)
Dizi gerçekten güzeldi. Uzun da değildi, saçma intikam zırvalarıyla kafa yormadı, kısa zamanda bağladı sonuca.
Bilhassa, ikinci baş rol erkeğin (Bae Soo Bin) oyunculuğu göz kamaştırıyordu.
Tavsiye ederim, dram severler için kaçırılmaması gereken bir dizi kanımca.
29 Kasım 2013 Cuma
24 Ekim 2013 Perşembe
ON ÜÇÜNCÜ AY_BÖLÜM2
Böyle
hayal etmemiştim.
İlk
ciddi korumalık görevimin bu şekilde başlayacağını, yanlış
kişilerden korumam gereken adama silah doğrultacağımı tahmin
bile edemezdim.
Ama
tüm suç onundu. Şu şehzade bozuntusu sebep olmuştu her şeye.
“Padişah sizi
bekliyor.”diye hatırlattım. Silahım onun sırtındaydı. “Lütfen
bizimle gelin, efendim.”
“Bunu
neden yapayım?”diye sordu sakince. “Seni korumam yaparken bana
mı danıştılar?”
Kızmaya başlıyordum.
“Efendim!”
O
esnada, açık olan kapının diğer yanında Tarık belirmişti.
Nefes nefese kalmıştı, belli ki koşmuştu.
Durup
şehzadeye zoraki bir selam verdi.
“Demek
sen de buradasın.”diye konuştu Kenan, gözleri Tarık’taydı.
“Şimdiye kadar öğrenmiş olman gerekirdi. Nasıl olur da hala
peşime düşme zahmetine girersin?”
“Beni
zor kullanmaya mecbur etmeyin.” Silahımın kilidini açtım.
“Padişahtan tam yetki aldım. Gerekirse sizi zor kullanarak da
alıkoyabilirim. Lütfen, beni buna mecbur etmeyin.”
“Demek
özel yetkin var. Korkmalı mıyım?” Güldü. “Korkmalıyım
sanırım. İlk günden elinden dayak yersem sonrasında başıma
daha neler gelir kim bilir?” Ellerini sanki kelepçe takacakmışım
gibi önünde birleştirip uzattı. “Yani, geliyorum.”
Silahımı yavaşça
indirdim. “Araba dışarıda, efendim. Gidelim.”
Tarık’la benim aramda
yürüyordu şimdi.
Tuhaf
bir adamdı bu şehzade. Ne işi vardı ki böyle pis bir yerde? Bir
şehzadeye yakışıyor muydu hiç bu tür davranışlar?
Silahımı belime soktum
yeniden. Arabanın kapısını açıp geçmesi için kenara
çekildiğimde, binmeden önce durup yüzüme baktı. “Yazık
olacak bu güzelliğe…” diye mırıldandı kendi kendine. “Keşke
biraz daha çirkin olsaydın. O zaman senin için bu kadar çok
üzülmezdim.”
Başımı
yere eğdim öfke ve utançla. Ne diyordu bu adam böyle? Az ötemde
dikilmekte olan Tarık garipsemiş bir şekilde bizi izliyordu hem
de.
Arabayı ben kullanıyordum
yine. Tarık yanımdaki koltuktaydı, Kenan ise arkada somurtuyordu.
“Kaç
yaşındasın?”diye sordu aniden, benim oturduğum koltuğa abanıp.
Çocuk gibiydi tavrı. “Epey genç görünüyorsun.”
Ciddiyetimi bozmadım. “Yirmi
iki.”
“Benden küçükmüşsün.
Demek babam sana özel yetki verdi, ha? Sana güveniyor olmalı.”
Yanıt
vermedim. Tarık göz ucuyla beni süzüyordu.
“Babamın niye seçtiğini
anlayabiliyorum.”diye sürdürdü konuşmayı Kenan. “Bana silah
çeken ilk korumasın. Cesaretine bayıldım.”
Burun
kıvırdım. “Ben de sizin ukalalığınıza…”
“Ne?”
“Yok
bir şey, efendim. Saraya diyorum, çok yaklaştık.” Tarık alttan
alttan gülüyordu.
Saraya
vardığımızda, arabadan indim ve Kenan’ın kapısını açıp
beklemeye başladım. İnerken yüzündeki sırıtmayla karşımda
durup yanağımı sıktı ve tepki beklemeden saray kapısına doğru
yürüdü.
Tarık
yanımdaydı. “Takma kafana. O gördüğü tüm kızlara aynı
şekilde davranıyor.”
“Takmıyorum zaten. Şımarık
yetiştirilmiş sıradan bir şehzade işte.”
Sarayın süslü ve şaşalı
koridorunda ilerlerken, karşı taraftan gelmekte olan genç ve güzel
giyimli bir kadın dikkatimi çekmişti. Diz üstünde kırmızı bir
elbiseydi üzerindeki. Oldukça alımlı yürüyordu ve parfümünün
kokusunu buradan bile alabiliyordum.
Yanımda benimle birlikte
yürümekte olan Tarık’a kaydı gözlerim. Suratını asmıştı,
belli ki pek de hazzettiği biri değildi bu kadın.
Az
ilerimizdeki Kenan da duraksayıp kadının önünde durdu.
Kadın
gülümsedi. “Kimleri görüyorum böyle? Sen buraların yolunu
bilir miydin, Kenan?”
“Bu
seni ilgilendirmez.”diye kestirip attı Kenan asabiyetle. “Asıl
sen niye buradasın? Yine neler planlıyorsun?”
Kadın
usulca ona yaklaştı. “Ne çabuk bunları sorgular oldun? Daha
şimdiden bıktın mı yoksa benden?”
Kenan
sıkılmış gibiydi. “Söz oyunlarına ayıracak vaktim yok, Jale.
Mümkünse artık bırak peşimi. Yoksa bıkmaktan da öte nefret
etmeye başlayacağım senden.”
Jale
geri çekildi. “Ben artık gitmeliyim. Kalıp seninle bu güzel
sohbeti devam ettirmek isterdim fakat valide sultana verilmiş bir
sözüm var. Ama unutma, yine geleceğim.”
Jale
denen kadın topuklu ayakkabılarıyla döşemeyi döverek ve bana
kaçamak gizemli bakışlarını savurarak yanımızdan geçip
uzaklaştı.
Kenan
odasına gitmek üzere üst kata çıktığında ben de Tarık’la
birlikte personel binasına varmıştım.
“Kimdi
o kadın?”diye sordum ona çaylarımızı yudumlarken. “Sıradan
birine benzemiyordu.”
“Şehzadenin nişanlısı.
Daha doğrusu zoraki nişanlısı… Şehzade hiç istemedi onu. Ama
padişah ve valide sultan onun en iyi hatun adayı olduğunu
düşünüyor.”
“Şehzadenin isteklerini
umursamıyorlar mı yani?”
“Eğer
gerçek bir şehzade gibi davransaydı elbette istekleri göz ardı
edilmezdi. Ama o hiçbir şeyi umursamamayı seçti. Yani söz
söylemeye hakkı olmadığını kendisi de biliyor.”
“Yani
padişah beni bu yüzden tuttu…”dedim düşünceli bir şekilde.
“Onu gerçek bir şehzade haline getirip evliliğe hazırlamam
için… Fakat o kız… Hangi erkek öyle biriyle evlenmek ister
ki?”
“Şehzadeyi seviyor olmalı.
Yoksa o playboy bozuntusuyla da aklı başında olan hiçbir kadın
evlenmez, inan bana.”
“Madem
bu adamdan bu kadar çok nefret ediyorsun, neden bırakmıyorsun
korumalığı?”
Sorun
onu şaşırtmıştı. “Para kazanabilmek için bunu yapmak
zorundayım, bu kadar basit.”
Gülümsedim. “Kızma,
canım. Öylesine sordum sadece.”
Tarık’la odalarımız yan
yanaydı. Hava karardığında, akşam yemeğinin ardından hepimiz
odalarımıza çekilmiştik. Şehzade bozuntusunun sesi çıkmıyordu
şimdilik.
Tam
yatmaya hazırlanırken çalmıştı telefonum. Arayan annemdi.
“Kızım…”dedi sevgi
dolu sesiyle. “Nasılsın? Alıştın mı saraya bakalım?”
Sıkıntımı belli etmemeye
çalışarak konuştum. “Alıştım sayılır. O kadar da hayran
olunacak bir yer değilmiş, anne. Padişah iyi birine benziyordu
ama.”
“Padişahla mı tanıştın?
Gerçekten mi? Ah, bu harika! Nasıl biri? Anlatsana biraz.”
O
sırada telefonum bataryanın azaldığına dair uyarı veriyordu.
“Şarjım bitiyor,
anne.”dedim. “Yarın anlatsam olur mu?”
“Olur
tabii. Yemeklerini aksatma sakın. İyice beslen, tamam mı?”
Tam
kapatmıştım ki telefonu, yeniden çalmaya başladı. Bu kez arayan
Kenan’dı.
“Alo?”
Sesim titrek çıkıyordu.
“Odama
gel.”diye emretti.
“Ne?”
“Odamda davetsiz bir
misafir var, gelip onu kovmanı istiyorum.”
“Davetsiz misafir mi?”
“Çabuk
gel dedim! Burada bir…”
Telefonum son bir ses
çıkararak kapanmıştı aniden. Bataryam bitmişti.
Sinirli bir hareketle
yatağımdan kalkıp yeniden kıyafetlerimi giyindim ve odadan
çıktım.
Kenan’ın odası yan
binadaydı. Yani saltanat ailesinin özel binasında…
Kimseye görünmemeye
çalışarak binanın giriş kapısından geçtim ve boş koridorda
yürüyerek onun odasını bulmaya çalıştım.
Hangisiydi ki onun odası?
Bütün kapılar birbirine benziyordu.
Merdivenleri çıkı üst
kata vardığımda az ötedeki açık kapıya yöneldim içgüdüsel
olarak.
Geniş
bir odaydı. Kocaman avizeler sarkıyordu tavandan aşağıya.
Karşıdaki duvarda birçok farklı şekilde ve tasarımda gitar
duruyordu. Gereğinden fazla büyük yataksa sağ taraftaki duvara
yaslanmıştı.
Kenan’sa tam karşımdaki
koltukta oturmaktaydı. Kollarını iki yana uzatmış, rahat ve
alaycı bir tavırla sırıtıyordu. “Sonunda gelebildin.”
Saatine baktı. “Tam sekiz dakika oldu. Daha hızlı olmalısın
bundan sonra.”
Nefes
nefese kalmıştım. “Peki, efendim. Artık daha dikkatli
olacağım.” Etrafıma bakındım. “Ama şu bahsettiğiniz
davetsiz misafir nerede?”
“Ha,
o mu? Yatağın altına kaçtı.”
Koşup
yatağın yanında eğildim. Elimdeki defterle yeri yokladım fakat
sonunda elime geçen küçük bir fareydi.
Onu
kuyruğundan tutup sarkıtarak yeniden Kenan’ın önüne geçtim.
“Aferin.”dedi aldırış
etmeden. “Çabuk yakaladın.”
“Ama
bu oyuncak…”
“Biliyorum. Fakat sonuçta
davetsiz, değil mi? Her halükarda, beni ondan korumak zorundasın.”
“Lanet
olsun…”diye mırıldandım. Öfkem öyle şiddetliydi ki elleri
sıkıyordum.
Ayağa
kalktı aniden. “Kızdın mı?”
Başımı
salladım. “Hayır… Hayır, kızmadım tabii ki.”
Yaklaşıp elini omzuma
koydu. “Eğer kızdıysan bunu gizlemene gerek yok. Senin gibi
güzel bir kıza eminim ki kızmak da çok yakışacaktır.”
Gözlerimi kaçırdım.
“Başka bir arzunuz yoksa ben gidiyorum, efendim.”
Diğer
elini de omzuma koydu. “Başka bir arzum var.” Yüzüme eğildi.
“Yakın koruma istiyorum. Bu gece kendimi hiç güvende
hissetmiyorum. Yakından korumaya ihtiyacım var.”
“Nasıl
yani?” Kendimi ellerinden kurtarmaya çalıştım lakin müsaade
etmiyordu.
“Yani
bu gece burada benimle kalmanı istiyorum.”
Telaşla geri çekildim.
“İmkânı yok!”
“Nedenmiş? Sen benim
korumam değil misin? Bu senin vazifen. Hem ben bir şehzadeyim,
unuttun mu?”
Daha
dik ve ciddi durdum bu kez. “Ne olursa olsun, burada kalmam hiç de
uygun olmaz. Telefon numaram sizde var zaten. Kendinizi tehlikede
hissederseniz beni aramanız yeterli.”
Gitmeye hazırlanırken
kolumdan tutup sertçe çekti. “Emirlerime uymak zorunda olduğunu
biliyorsun.”
“Siz
de beni bu tuzaklara düşecek kadar saf olmadığımı biliyorsunuz.
Bırakın lütfen kolumu.”
Dudak
büktü. “O kadar akıllı olduğunu mu sanıyorsun?” Beni daha
çok çekip sarılmaya çalıştı. “Sen de diğer kızlar gibisin
işte! Senin değerin ne kadar, ha? Kaç para ediyorsun?”
Artık
durmalıydı. Bu kadarı fazlaydı.
O
bana sarılmaya çalışırken nacağına tekme atıp kolunu ters
çevirerek sertçe yere ittim onu.
“Yeter
artık, Kenan Bey!”diye bağırdım. “Kendinize gelin! Benim
değerimi mi merak ediyorsunuz? Ben söyleyeyim, siz o değeri asla
sağlayamazsınız! Çünkü ben kimseyi parayla ölçmem!”
O,
yerde şaşkınlık dolu gözlerle beni izlerken eğilerek selam
verdim ve dışarı çıktım.
18 Ekim 2013 Cuma
ON ÜÇÜNCÜ AY_BÖLÜM1
YAZAR: SULTAN İNCE
BÖLÜM
1
<<CEYDA
TEZEL>>
“Ceyda!”
Adımı
seslenen kişiyi görebilmek için arkama dönüp baktığımda,
şefim karşımda duruyordu.
Orta
yaşlı bir adamdı, beyazlamaya başlamış saçları dikkat
çekiyordu.
“İyi
sabahlar, efendim.”dedim başımla selam verirken. Oldukça sade
giyinmiştim, mesleğime ve konumuma yaraşır şekilde sade ve koyu
renkliydi kıyafetlerim. Siyah bir kumaş pantolon ve arkamda
topladığım uzun saçlarımla gayet mutluydum ne de olsa.
“Heyecanlı mısın?”diye
sordu, şimdi koridorda birlikte yürüyorduk. “Biliyorsun, bugün
tayin edileceğimiz makamlar belli olacak.”
“Biliyorum, efendim. Aslına
bakarsanız, çok heyecanlıyım.”
Yıllar
boyunca hayalini kurduğum mesleği yapıyor olmak tuhaf bir mutluluk
veriyordu.
Bir
koruma olmayı kendim istemiştim. Ve şimdiye dek birkaç kendini
tehlikede sanıp polise müracaat eden insandan başka kimseyi
korumamıştım.
Bugün
yapılacak terfi belki de benim için daha ciddi görevlerin
başlangıcı olurdu, emin değildim.
Resmiyetimi hiç bozmadan
şefimle birlikte diğer korumaların da içinde bulunduğu ana ofise
geçtik. Herkes merak içerisinde görünüyordu.
Dakikalar sonra bölüm
müdürü Bekir Bey elinde sonuçların yazılı olduğunu tahmin
ettiğim kâğıtlarla içeride belirmişti.
Tedirgin bir şekilde diğer
meslektaşlarımla birlikte yan yana dizildik ve Bekir Bey’in
yapacağı açıklamayı beklemeye başladık.
“Evet,
çocuklar.”dedi müdür, kâğıtlara göz atarken. “Sanırım
toplanma amacımızı bilmeyen yoktur. Sonuçlar belli oldu. Şimdi
sırayla herkesin görev yerini tek tek söyleyeceğim. Başbakanlık
bölümüne Necati Durdu, iç işleri bakanlığına Bay Salih Kaya,
istihbarat bölümüne…”
Bölüm
müdürü okumayı sürdürüyordu. Adını duyanların kimi
seviniyor, kiyse aldığı sorumluluğun verdiği baskıyla kararsız
görünüyordu.
Sıra
ne zaman bana gelecek diye düşünürken, nihayet adımı
işitmiştim.
“Ceyda
Tezel…” Gördüklerine inanamıyormuş gibi kağıda daha
dikkatli baktı. “Topkapı sarayına…”
Gözlerim fal taşı gibi
açılmıştı. Ne yani? O kadar bakanlık ve devlet örgütü
dururken, atana atana hiçbir yetkisi olmayan zarafet düşkünü
kraliyet sarayına mı atanmıştım?
“Ne?”
Şaşkınlıkla bölüm müdürüne bakmayı sürdürüyordum. “Emin
misiniz? Topkapı Sarayı mı?”
“Evet,
eminim. Topkapı Sarayı yazıyor. Biliyorsun bu atamaları üst
makamlar yapıyor. Memnun değimlisin yoksa?”
“Ben…
Şey… Biraz şaşırdım sadece.”
“Bu
makama herkesi atamazlar. Mutlu olmalısın. Bu senin için büyük
şans.”
“Şans
mı?”
“Genelde saltanat
korumalarından başarılı olup da kendini kanıtlayanlar FBI
tarafından ajan olarak seçilir. Bu yüzden çok çalışıp
yeteneklerini ispat etmelisin. Böylece bir gün belki bir FBI ajanı
olursun.”
“FBI
ajanı mı?” Bu benim hayalimdi!
Başarabilir miydim?
İster
istemez gülümsedim. Bu gerçekten davetsiz ama aynı zamanda büyük
bir fırsat olabilirdi.
*
* *
Kafam
karışıktı ve tedirgindim.
Buna
rağmen, eşyalarımı toplamıştım ve Topkapı Sarayı'ndaki ilk
günümü geçirmek üzere yola çıkmıştım.
Umudum
oydu ki, en azından koruduğum kişi padişah ya da valide sultan
olsundu. Bari sözü geçen birilerine hizmet etmeliydim.
Beni
taşıyan koruma hizmet aracından indiğimde bavullarımı aldım ve
beni nelerin beklediğini merak ederek doğru yürüdüm.
Saray
Fatih zamanından kalmaydı ve o dönemin mimarisini yansıtıyordu..
Altın işlemeli kapılar ve tertemiz bir bahçeydi arka kapıdan
görebildiğim. Henüz resmen göreve başlamadığım için ön
kapıdan girmeye yetkim yoktu.
Karşıma çıkan orta yaşlı
adama baktım gözlerimi kısarak.
“Siz
kimsiniz?”diye sordu ciddiyetle. “Saraya nasıl böyle izinsiz
girebilirsiniz?”
Dimdik
durdum. “Ben Milli Savunma Bakanlığı’ndan atanmış
korumayım!”
“Öyle
mi?” Pek de umursamış görünmüyordu. “Biz de sizi
bekliyorduk. Beni takip edin lütfen.”
Yeniden bavullarımı
yüklendim ve adamın peşinden yürümeye başladım.
Uzun
koridorlar ve göz alıcı pahalı eşyaların ardından bir odanın
önünde durdu adam. “Burası size ayrıldı. Artık burada
kalacaksınız.”
Başımla selam verdim.
“Yardımız için çok teşekkürler, efendim.”
“Eşyalarını
yerleştirdikten sonra hünkarımızı selamlamak için kabul
salonuna gelmelisin.”
“Peki,
efendim.”
Adam
uzaklaştığında, sessizce odama girdim ve üç beş parça
kıyafetimi dolaplara koydum. Bu küçük çalışan odası bile ne
kadar geniş ve ferahtı. En azından kendi evimdekinden iyi olduğu
kesindi. Anne ve babam ne de mutlu olmuştu buraya tayin edildiğimi
duyduklarında. Erkek kardeşimse artık bir saraylı olduğumu
söyleyip benden rüşvet istemişti.
İşimi
hallettikten sonra odamdan ayrıldım, duvarlardaki yön tabelalarını
izleyerek en sonunda varabilmiştim kabul salonuna.
Bu
hava, bu atmosfer hiç de rahat değildi.
Adeta
kırılacakmışım gibi dimdik durarak salona girdim ve başımı
yerden hiç kaldırmadan kralın oturduğu yere doğru yürüdüm.
Işıltılı vazolar ve
avizeler dikkatimi çekiyordu.
Yere
paralel olacak şekilde eğildim. “Ben Milli Savunma Bakanlığı’ndan
koruma Ceyda Tezel! Emirlerinizi yerine getirmek için burdayım,
hünkarım!”
Tekrar
doğrulduğumda, beklenmedik bir şekilde gülümseyen, kırklı
yaşlarında bir adam görmek beni şaşırtmıştı. “Demek sen
yeni korumasın…”diye mırıldandı babacan bir sesle. “Çok da
geçmişsin. Kaç yaşındasın sen bakalım?”
“Yirmi
iki, efendim!”
“Hmm,
aranızda yalnızca bir yaş var. Bu iyi olabilir. Ama umarım sen de
diğerleri gibi olmazsın.”
Anlamamış gibi kaşlarımı
çattım. “Diğerleri gibi mi?”
“Haberin yok, değil mi?
Savunma Bakanlığı’ndan en yetenekli korumalarını yollamalarını
bizzat ben istedim. Aslına bakarsan, bir kız gönderecekleri aklıma
gelmemişti.”
Ben
en yetenekli koruma mıydım yani? Bunu hiç fark etmemiştim daha
önce.
“Sana
özel bir görev vereceğim.”diye sürdürdü konuşmasını
padişah VIII. Mehmet. “Çoğu kişinin başaramadığı bir
görev… Ama sana güvenmek istiyorum. Senden oğlum Kenan’ı
korumanı istiyorum.”
“Oğlunuzu mu?”
Duraksadım. “Şehzadeyi mi yani?”
“Evet,
belki duymuşsundur. Oğlum Kenan benim tek varisim. Ancak o biraz
sorunlu bir genç ve biraz terbiyeye ihtiyacı var. Senden onu adam
etmeni istiyorum.”
“Adam
etmek mi?”
“Yöntemi sana kalmış.
İster güzel yolla, ister döverek. Sana bu yetkiyi de veriyorum.
Yeter ki onu ay sonundaki düğününe kadar az da olsa kendine
getir.”
Ne
demeliydim? Padişah benden güç bir ricada bulunurken durup da
itiraz edebilir miydim ki?
Ama
ben bir Şehzadeyi nasıl adam edebilirdim ki?
“Efendim…”diye
mırıldandım. “Ben… Yapabilir miyim, bilmiyorum.”
“Korkmana gerek yok. Bu
işte yalnız olmayacaksın. Diğer koruma Tarık sana yardımcı
olacak. Hem bu görevi hakkıyla yerine getirebilirsen senin FBI’a
katılmanı sağlayacağıma söz veriyorum.”
Hayallerim koşullu
patikalardan da olsa bana doğru gelirken onlara dur demeli miydim?
Başımla onayladım.
“Elimden geleni yapacağım, efendim! Hemen başlamalı mıyım?”
Tebessüm etti. “Evet,
hemen başlayabilirsin.”
VIII.
Mehmet'in yanından ayrıldığımda derin bir nefes alabilmiştim.
Kapıda
ise bir genç beni bekliyordu. Yüzünde alaylı bir ifade vardı,
oldukça genç ve yakışıklı bir görünümü vardı.
Karşıma geçip durdu.
Gözlerini bana dikmişti. “Yeni korumanın bir kız olacağını
bilmiyordum.” Üzerime doğru eğildi. “Sen gerçekten en
yeteneklimiz misin?”
Bir
adım geri çekildim. “Siz kimsiniz?”
Kibirli bir tavırla başını
kaldırdı. “Ben senin takım arkadaşın, Tarık. Artık birlikte
çalışacağız.”
“Sen
hünkarın bahsettiği kişi misin?”
“Demek
benden bahsetti. Şehzade Kenan’ı birlikte koruyacağız bundan
sonra.”
Daha
dikkatle inceledim yüzünü. “Sen daha mı eskisin burada?”
“Evet,
bir ay önce atandım.”
“Şehzade nerede? Onun
yanına gitmeliyiz.”
Güldü.
“Sen hiç haberleri takip etmez misin? Onun nasıl biri olduğunu
hiç duymadın mı?”
“Bununla ne ilgisi var ki?”
Yine
üzerime eğildi. “O tam bir playboydur. Neden onu adam etmeye
çalışıyorsun sanıyorsun?”
“Her
neyse.” Sert bir hareketle onu geri ittim. “Hemen yanına gidip
onu korumaya başlamalıyım.”
“İyi
o zaman. Ama bence bunun için öncelikle yapman gereken bir şey
var.”
“Neymiş o?”
“Onun
nerede olduğunu bulmak.”
*
* *
Bu
bir şaka mıydı?
Nasıl
olurdu da koskoca Türkiye İmparatorluğu'nun şehzadesinin nerede
olduğunu kimse bilmezdi? Yer yarılmıştı da içine girmişti
sanki.
Tarık
denen sinir bozucu genç de yanımdaydı. Koruma arabasının şoför
koltuğuna oturmuştum ve öfkemi bastırmaya çalışarak yolları
tarıyordum.
“Boşuna uğraşıyoruz.”diye
konuştu Tarık rahat bir şekilde. “Ben bile pes ettim. Onu
bulmak imkânsız.”
Gözlerimi kısıp
kızgınlıkla baktım ona. “Daha ilk günden nasıl pes ederim?
Delirdin mi sen?”
Kulaklığımdan bir görevli
sesleniyordu. “Ceyda Hanım! Durum nedir?”
“Hala
arıyoruz, efendim! Bir bilgiye ulaşır ulaşmaz size bildireceğiz.”
Ne
aşağılayıcı bir durumdu bu böyle? Hiç böyle düşünmemiştim
hâlbuki.
“Gece
kulüplerine bakmalıyız.”dedi Tarık. Biraz daha ciddileşmişti
sanki. “En sık gittiği yerlerdir oralar.”
Direksiyonu ani bir hareketle
kırdım ve kararmaya yüz tutmuş gökyüzünün altında,
İstanbul’un en renkli sokaklarına, Taksim'e doğru sürdüm
arabayı.
Kaldırımlarında mini
etekli kızların dolaştığı ayyaşların cirit attığı ve göz
alıcı tabelaların dikkat çektiği bir caddede durdum.
“Şu
barlara bir bakalım.”dedim sıkılmış bir şekilde.
Arabadan inip en yakındaki
ışıklı kapıdan girdik.
Tahmin
ettiğim gibi iğrenç bir yerdi burası. Sigara ve içki kokusu
kaplamıştı içeriyi. Tuhaf bir duman yükseliyordu dans pistinden.
Sağır edici müzik durmadan çalıyordu ve iğneleyici bakışlar
çarpıyordu yüzüme.
“Sence
burada mı?”diye sordum Tarık'a.
“Her
yerde olabilir.”
Nerdeyse dört gece kulübünü
alt üst etmiştim ama yoktu.
En
sonunda sokağın sonuna gelmiştik.
“Bir
tek şu bar kaldı.”dedi Tarık eliyle göstererek. “Onda da
yoksa bu gece onu aramayı bırakacağız, tamam mı?”
Bitkin
bir şekilde başımı salladım. “Tamam.”
Burası
da diğer tüm barlar gibiydi. Boğuk ve tiksindirici…
Tarık
eliyle sahnenin arka kısmını işaret etti. “Ben şu tarafa
bakacağım. Biraz sonra kapıda buluşalım.”
Onaylayıp onun zıt yönünde
yürüdüm ve alt kata giden merdivenleri indim.
Burası
daha da beterdi. Yan yana dizilmiş oda şeklindeki kabinlerin
ardından kadın gülüşmeleri, bağırışlar ve iğrenç
sahnelerin gelmesine neden olan soluk sesleri geliyordu.
İrkilerek yürümeyi
sürdürdüm. Bir şehzade gerçekten burada olabilir miydi? Burada
olsa bile hangi kabinde olduğunu nereden bilecektim?
Koridorun sonuna kadar
yürüyüp durdum. Belimden silahımı çıkarıp tedbirli bir
şekilde etrafıma baktım.
Nerede
olduğunu anlamanın tek bir yolu vardı. Cebimden telefonumu
çıkardım, bana verilen numarayı çevirdim. Bu şehzadenin cep
telefonu numarasıydı. Eğer buradaysa çalacaktı ve zil sesinden
onu bulacaktım.
Birkaç
saniye içinde az ötemdeki kabinin ardından gelen müzik sesiyle
irkildim.
Bu,
o olabilirdi.
Usul
usul ilerledim ve kabinin kapısını hızla açıp içeri daldım.
Silahımı öne doğru uzatmıştım. Gözlerimse her an yanlış bir
şey görebilirim düşüncesiyle tedirgin bir biçimde kapanmaya
hazırdı.
Karşımdaysa, bir genç
oturuyordu. Rengi atmış kanepenin üstünde yüzündeki alaycı
gülümsemeyle, kollarını kanepenin iki yanına uzatmış bir
şekilde oturarak bana bakıyordu.
“Sonunda gelebildin.”dedi
tebessümünü hiç bozmadan. “Ben de seni bekliyordum.”
“Beni
mi bekliyordun?” Şaşkınlığım suratımdan okunuyor olmalıydı.
Ayağa
kalktı. “Sen yeni koruma değil misin? Bir kadın korumayı
beklemiyordum açıkçası.”
Dalgınlığımdan sıyrılmak
için gözlerimi ona diktim. “Ben sizin yeni korumanız, Ceyda!
Sizi götürmek için buradayım!”
Adım
adım yürüyüp önümde durdu. Dikkatle ayaklarımdan başlayarak
süzüyordu beni.
Utançla ceketimi düzelttim.
“Hünkarımızın kesin talimatı var, efendim. Sizi götürmek
zorundayım.”
“Güzelliğin su götürmez
olsa da…” Dalga geçer gibi gözlerini kıstı. “Bu konuda sana
hak veremeyeceğim. Maalesef bu talimatı yerine getirmene izin
veremem.”
Yüzünün etrafını
kaplamış olan siyah saçları vardı, uzun boyluydu ve birçok
kızın beğeneceği türden yakışıklı bir adamdı.
“Emirleri yerine getirmek
zorundayım!” Silahımı ona doğrulttum. “Lütfen zorluk
çıkarmayın.”
“Ne
yazık…” Yanımdan geçip giderken kulağıma eğilip fısıldadı.
“Bence sen de vazgeçmelisin.”
“Durun, yoksa…”
Silahım sırtındaydı.
“Yolsa
ne yaparsın?”diye sordu bana dönmeden. “Yoksa beni vurur
musun?”
Cidden, bunu yapar mıydım?
10 Nisan 2013 Çarşamba
İÇİMİ EZİP GEÇEN DİZİ: MISSING YOU
Uzun zamandır ilk defa beni bu denli etkileyen, içimde yazma arzusu oluşturan bir dram dizisi seyrettim. Konusu, oyunculukları ve hissettirdiği duygularla, kolay kolay insanın içinden atamadığı, düşüncelere sevk eden bir dizi. (Bkz: Düşüne düşüne, dizinin sonuna binaen bir hikaye yazmaya bile karar verdim.)Diziyi daha bugün bitirmişken, sıcağı sıcağına naçizane yorumlarımı bildireyim istedim. :)
Dizi, başrol karakterlerin on ben yaşındaki halleriyle başlıyor.
Çocuk oyuncuların performanslarına bittim bir kere. O içtenlik, çocuksu aşkları... Cidden çok etkileyici sahnelerdi. Ama beni asıl bitiren sahne, ki olayların da ana düğüm noktası olan kısım, Soo Yeon'un tecavüze uğrarken Jung Woo karakterinin hıçkıra hıçkıra ağladığı sahne oldu. Koptum gittim ben o sahnede, bir süre kendime gelemedim desem yeridir.
Yeo Jin Ku adlı bu çocuğu daha önce hem The Moon That Embraces The Sun dizisinde Kim Soo Hyun'un küçüklüğünü canlandırırken, hem de Warrior Baek Dong Soo dizisinde görmüştüm ve hayli beğenmiştim. Burda biraz daha büyümüş ve oyunculuğu da epey gelişme göstermiş. Bahsettiğim o ağlama sahnesinde hayran kaldım kendisine, ilerde daha çok izleme fırsatı bulacakmışız gibi hissediyorum.
Bu kız da The Moon That Embraces The Sun'da kötü karakterde görmüştük, burda çok hoş bir rolü var ama. Tam oturmuş rolüne, çok başarılı. Çektiği acıları, katilin kızı diye dışlandığında hissettiği hüznü okuyabiliyorsunuz gözlerinden.
Dizinin ilk bölümlerindeki travmaların ardından, kafamızda bir ton ve soru işaretiyle 14 yıl sonrasına geçtiğimizde, olayların asıl yeni başladığını anlıyoruz. Psikolojik çöküşlerin ardından gelen intikam duyguları, bağımlılık derecesinde başka bir insana bağlanma, kötü anılar, kahrolası ebeveynler... Ne ararsanız var bu dizide yani.
Park Yoochun bu dizide de harikalar yaratmış, hem sert, hem çocuksu; hem masum, hem de acı çeken esas erkek duruşuyla büyüledi gerçekten. Kızı geri kazanmak için verdiği onca mücadele görülmeye değerdi, bazen o kızın yerinde olmak istemedim değil hani. :D
Yoon Eun Hye yine elinden geleni yapmış ve çok zor bir karakterin altından kalkmış bence. Daha iyi olabilirdi elbette, ama buna da çok şükür. Severim kendisini, önceki dizilerinde kendini kanıtlamış biri olarak başrolde onu görünce içim rahatlamıştı.
Veeeee gelelim, diziyi açıkçası asıl izleme nedenime. İlk başta dizide onun olduğu bilmiyordum fakat ilerki bölümlerde karşıma böyle bir yakışıklı (Tü tü maşallah), böyle yetenekli biri çıkınca bir an kalakaldım. Son bölümlere doğru psikopata bağlayan, paranoyak-şizofren tavırları, geçirdiği travmalardan dolayı ortaya çıkan histerik halleri falan daha da çekici yapmış kendisini. Elinde bastonuyla tak tak yürüyüp gülümsemesi, içli içli ağlaması falan bitirdi beni.
Zaten dizinin sonu herkesçe iyi bitmiş olabilir ama bence hiç de iyi bitmedi. Öyle üzüldüm ki Yoo Seung Ho'nun canlandırdığı bu karaktere -ki Yoo Seung Ho gerçekte 19, karakter henüz 26 yaşında-dizi mutlu mutlu sahnelerle biterken benim içim kan ağlıyordu. Neyse spo vermeyeyim.
Lakin artık Yoo Seung Ho ne dizi yapsa izlerim, o derece beğendim oyunculuğunu-Ve daha 19 yaşındaaa!-
Ama ama şunun tatlılığına baksanıza... Son bölümlerdeki o üzücü halini hatırlamadan edemiyor insan cidden. İçim kan ağladı onu izlerken, yavrum benimm :(
Müthiş bir dizi kısacası. İzlenmeli, zira bir dramda bulunması gereken birçok özelliği içinde barındırıyor ve oyuncu kadrosu da dev yani. Daha ne olsunn :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)