Cesur
Yeni Dünya, günümüzden yaklaşık beş yüz yıl sonrası hakkında yazılmış bir kötü
gelecek senaryosu, yani distopyadır. Bu senaryoda, insanlığın Ford’un T
Modelini buluşunu milat kabul ettiğini, aşırı modern bu ileri dünyanın
insanlığın geçmişini yok sayarak tamamen insanlık dışı bir uygulamayı esas
aldığını görüyoruz. İnsanların kopyalanarak döllenme merkezlerinde çoklu olarak
üretildiği; duygu, ahlak ve din gibi olguların olmadığı; insanların kast
sistemiyle koşullandırıldığı ve adeta kukla misali yaşayan insanlardan oluşan
bir dünyadır bu. Huxley’nin bu romanı yazdığı zamanda yani on dokuzuncu
yüzyılın yirminci yüzyıla bağlandığı dönemde, üretim modellerini olduğu gibi
sarsan Ford’un ilk seri otomobil üretimine geçişinden etkilendiğini
söyleyebiliriz.
Burada ilk
göze çarpan nokta, insanların ‘üretim’ şeklidir. İnsanlar artık üremiyor, adeta
üretiliyordur. Bugün, geniş çapta bir tartışma konusu olan ve bilim adamlarının
farklı görüşler öne sürdüğü klonlama yöntemi, romanın geçtiği dönemde ana üreme
sistemi olarak kabul edilmiştir. İnsanlar, toplanan yumurta ve spermlerin
belirli merkezlerde döllenmesiyle ve ardından tüplerde yetiştirilmesiyle
oluşturuluyordur. İnsanın temel vasıflarından biri olan üreme ve çocuk sahibi
olmak vasfı elinden alınmış, yerine bağımsız, kimin kime ait olduğu bilinmeyen
bir çoğalma yöntemi geliştirilmiştir. Tek bir yumurta ve spermin döllenmesinden
oluşan embriyo, klonlama yöntemiyle çoğaltılır hatta doksan kopyaya ulaşılır.
Bu denli ileri bir klonlanmış dünyaya varmadan evvel, günümüzde sürmekte olan
klonlama etik midir sorusuna bir göz atmak gerekiyor. İlk kopyalanan canlı olan
koyun Dolly’den sonra bazı bilim adamlarının insan kopyalama konusunda epeyce
hevesli olduğu görüldü. Bu konuda çalışmalar yaptıklarını açıklayan araştırma
merkezleri, bunun bilimin doğal bir ilerleme sonucu olduğunu beyan ettiler. Fakat
hem insan gibi karmaşık yapıda bir canlıyı sorunsuzca kopyalamak şimdilik
mümkün görünmediği ve halen toplumda klonlama denilen yeni olguya büyük bir
tepki olduğundan klonlamanın çok geri bir safhada olduğu söylenebilir.
İnsan
klonlamanın etik değerlere aykırı olduğunu savunan bilim adamları, yüzyıllardır
süre gelen ve aktarılan genetik bilginin klonlama yöntemi yüzünden yok
olabileceğini savunmaktadırlar. Zira klonlanan canlı DNA’sı alınan canlının
fiziksel olarak bire bir aynısı olmaktadır. Örnek verilecek olursa, normalde
annesinden ve babasından gelen genlerle tamamen farklı bir insan oluşacakken,
eğer klonlama yöntemi uygulanırsa ya annesinin ya da babasının kopyası olacak
bir çocuk meydana gelir. Tıpkı sonradan doğan ikiz bir kardeş gibi. Ayrıca,
eğer DNA’sı alınan canlıda herhangi bir genetik bozukluk ya da hastalık varsa,
bu doğrudan kopyalanan deneğe geçmektedir. Bu noktada, insanoğlunun çok çeşitli
genetik yapısının bozulabileceği ve geri dönülmez felaketlere yol açabileceği
göz ardı edilmemelidir.
Diğer bir
açıdan, sanıldığının aksine, kopyalanan canlı DNA’sı alınan canlının karakter
olarak da birebir aynısı olmamaktadır. Bunu, ana rahminde ikiye ya da üçe
bölünen -yani kopyalanan- döllenmiş bir yumurtadan doğan tek yumurta ikizlerine
benzetebiliriz. Her ne kadar dış görünüşleri ve genetik yapıları aynı olsa da,
çevresel faktörler bu iki insanı birbirinin aynısı yapmaz. Düşünce ve duygu
dünyalarıyla bambaşka iki insandırlar onlar. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi,
kopyalanan insanlar da çevresel unsurların etkisiyle farklılaşacaklardır.
Burada ele
alınması gereken diğer bir olgu, psikolojik şartlanma meselesidir. Cesur Yeni
Dünya kitabında, oluşturulan modern dünyadaki kast sistemini
sağlamlaştırabilmek için, insanlar kopyalandıktan sonra psikolojik şartlanma
denilen bir yöntemle psikolojik olarak da özellikle birbirinin aynısı hale
getirilmektedir. Sınıf bilinci oluşturmak ve insanları o sınıfların içinde
kalmaya ikna etmek için, klonlama yönteminin ardından belirli yargılara ve
kurallara şartlandırmaktadırlar. Kitabın günümüz dünyasından en temel
farklarından biri budur.
Psikolojik
şartlanma, Pavlov’un köpeği deneyiyle ortaya koyulan koşullu şartlanma olgusuna
dayanır. Şartlanma, bir şey yapıldığında ortaya çıkan sonucun, o şey yapılmadan
sadece onunla ilgili bir ipucu görüldüğünde de ortaya çıkacağının varsayılması
durumu olarak özetlenebilir. Örneğin, her kapı çaldığında et verilen bir
köpeğin, her kapı çalışında ağzında ve midesinde salgılar salgılaması gibi.
İpucu aynı olduğunda, sonucun da aynı olmasına koşullandırılmışlardır.
İnsanlarda görülen şekli ise genelde aynı şeylere ya da farklı şeylere olan
şartlanmadır. Alışkanlıklar bu yolla oluşur. Hep aynı sonucu alma beklentisi
bizi alışkanlıklara sürükler. Kitapta, sürekli kendilerinden farklı olan
sınıfların iyi ya da kötü olarak onlara dikte edilmesi sonucu, klonlanmış ve
şartlandırılmış insanlar diğer sınıflardan birini gördüklerinde, birbirlerini
tanımamalarına rağmen iyi ya da kötü diye yargıya varmaktadırlar. Her sınıfın
bir rengi vardır ve bu renkler diğer sınıflar için ‘iğrenç’ ya da ‘harika’
olarak nitelendirilir. Gelişim sürecinde sürekli empoze edilen yargılar,
kişilerin beyninde vızıldayan arılar gibi dolanmakta ve onları niye
yaptıklarını bilmedikleri davranışlara ve düşüncelere sevk etmektedir. Doğal
olmayan bir şekilde insanları şekillendiren bu psikolojik şartlanma, insanın
değer verme ve seçme haklarını tamamen elinden almakta, onu düşünemeyen,
hissedemeyen bir robot haline getirmektedir.
Klonlama ve
şartlanma yöntemlerinin, yani insanoğlunu robotlaştırabilecek tehlikelere sahip
iki yöntemin bir arada kullanıldığı bu gelecek senaryosunda, karşımıza
birbirinin aynı, sınıflara ayrılmış, kendi değer yargılarına kendisi varamayan,
etik ve dini değerleri elinden alınmış ve sırf tüketim için yaşayan insanlar
çıkıyor. Her ne kadar distopyaların ya da ütopyaların gerçekçiliğine şüpheyle
baksam da, hele ki böylesine ileri boyutta bir kötü gelecek senaryosuna
inanmayı reddetsem de, günümüzde gelişme gösteren bu iki bilim olgusunun
gelecekte nasıl değişimlere yol açacağını merak etmeden duramıyorum. Yine de,
insanoğlunun yüzyıllardır koruyageldiği ve uğruna yaşadığı değerlerin hep var
olacağına inanıyorum. Günümüze dair geçmişte yazılan gelecek senaryolarının
çoğu başarıya ulaşmaktan uzaktı. Aynı şekilde, insanoğlunun gelecekte de
zannettiğimizin aksine yaşam sebeplerini kendi elleriyle öldüreceğine
inanmıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder