YAZAR: SULTAN İNCE
BÖLÜM
1
<<CEYDA
TEZEL>>
“Ceyda!”
Adımı
seslenen kişiyi görebilmek için arkama dönüp baktığımda,
şefim karşımda duruyordu.
Orta
yaşlı bir adamdı, beyazlamaya başlamış saçları dikkat
çekiyordu.
“İyi
sabahlar, efendim.”dedim başımla selam verirken. Oldukça sade
giyinmiştim, mesleğime ve konumuma yaraşır şekilde sade ve koyu
renkliydi kıyafetlerim. Siyah bir kumaş pantolon ve arkamda
topladığım uzun saçlarımla gayet mutluydum ne de olsa.
“Heyecanlı mısın?”diye
sordu, şimdi koridorda birlikte yürüyorduk. “Biliyorsun, bugün
tayin edileceğimiz makamlar belli olacak.”
“Biliyorum, efendim. Aslına
bakarsanız, çok heyecanlıyım.”
Yıllar
boyunca hayalini kurduğum mesleği yapıyor olmak tuhaf bir mutluluk
veriyordu.
Bir
koruma olmayı kendim istemiştim. Ve şimdiye dek birkaç kendini
tehlikede sanıp polise müracaat eden insandan başka kimseyi
korumamıştım.
Bugün
yapılacak terfi belki de benim için daha ciddi görevlerin
başlangıcı olurdu, emin değildim.
Resmiyetimi hiç bozmadan
şefimle birlikte diğer korumaların da içinde bulunduğu ana ofise
geçtik. Herkes merak içerisinde görünüyordu.
Dakikalar sonra bölüm
müdürü Bekir Bey elinde sonuçların yazılı olduğunu tahmin
ettiğim kâğıtlarla içeride belirmişti.
Tedirgin bir şekilde diğer
meslektaşlarımla birlikte yan yana dizildik ve Bekir Bey’in
yapacağı açıklamayı beklemeye başladık.
“Evet,
çocuklar.”dedi müdür, kâğıtlara göz atarken. “Sanırım
toplanma amacımızı bilmeyen yoktur. Sonuçlar belli oldu. Şimdi
sırayla herkesin görev yerini tek tek söyleyeceğim. Başbakanlık
bölümüne Necati Durdu, iç işleri bakanlığına Bay Salih Kaya,
istihbarat bölümüne…”
Bölüm
müdürü okumayı sürdürüyordu. Adını duyanların kimi
seviniyor, kiyse aldığı sorumluluğun verdiği baskıyla kararsız
görünüyordu.
Sıra
ne zaman bana gelecek diye düşünürken, nihayet adımı
işitmiştim.
“Ceyda
Tezel…” Gördüklerine inanamıyormuş gibi kağıda daha
dikkatli baktı. “Topkapı sarayına…”
Gözlerim fal taşı gibi
açılmıştı. Ne yani? O kadar bakanlık ve devlet örgütü
dururken, atana atana hiçbir yetkisi olmayan zarafet düşkünü
kraliyet sarayına mı atanmıştım?
“Ne?”
Şaşkınlıkla bölüm müdürüne bakmayı sürdürüyordum. “Emin
misiniz? Topkapı Sarayı mı?”
“Evet,
eminim. Topkapı Sarayı yazıyor. Biliyorsun bu atamaları üst
makamlar yapıyor. Memnun değimlisin yoksa?”
“Ben…
Şey… Biraz şaşırdım sadece.”
“Bu
makama herkesi atamazlar. Mutlu olmalısın. Bu senin için büyük
şans.”
“Şans
mı?”
“Genelde saltanat
korumalarından başarılı olup da kendini kanıtlayanlar FBI
tarafından ajan olarak seçilir. Bu yüzden çok çalışıp
yeteneklerini ispat etmelisin. Böylece bir gün belki bir FBI ajanı
olursun.”
“FBI
ajanı mı?” Bu benim hayalimdi!
Başarabilir miydim?
İster
istemez gülümsedim. Bu gerçekten davetsiz ama aynı zamanda büyük
bir fırsat olabilirdi.
*
* *
Kafam
karışıktı ve tedirgindim.
Buna
rağmen, eşyalarımı toplamıştım ve Topkapı Sarayı'ndaki ilk
günümü geçirmek üzere yola çıkmıştım.
Umudum
oydu ki, en azından koruduğum kişi padişah ya da valide sultan
olsundu. Bari sözü geçen birilerine hizmet etmeliydim.
Beni
taşıyan koruma hizmet aracından indiğimde bavullarımı aldım ve
beni nelerin beklediğini merak ederek doğru yürüdüm.
Saray
Fatih zamanından kalmaydı ve o dönemin mimarisini yansıtıyordu..
Altın işlemeli kapılar ve tertemiz bir bahçeydi arka kapıdan
görebildiğim. Henüz resmen göreve başlamadığım için ön
kapıdan girmeye yetkim yoktu.
Karşıma çıkan orta yaşlı
adama baktım gözlerimi kısarak.
“Siz
kimsiniz?”diye sordu ciddiyetle. “Saraya nasıl böyle izinsiz
girebilirsiniz?”
Dimdik
durdum. “Ben Milli Savunma Bakanlığı’ndan atanmış
korumayım!”
“Öyle
mi?” Pek de umursamış görünmüyordu. “Biz de sizi
bekliyorduk. Beni takip edin lütfen.”
Yeniden bavullarımı
yüklendim ve adamın peşinden yürümeye başladım.
Uzun
koridorlar ve göz alıcı pahalı eşyaların ardından bir odanın
önünde durdu adam. “Burası size ayrıldı. Artık burada
kalacaksınız.”
Başımla selam verdim.
“Yardımız için çok teşekkürler, efendim.”
“Eşyalarını
yerleştirdikten sonra hünkarımızı selamlamak için kabul
salonuna gelmelisin.”
“Peki,
efendim.”
Adam
uzaklaştığında, sessizce odama girdim ve üç beş parça
kıyafetimi dolaplara koydum. Bu küçük çalışan odası bile ne
kadar geniş ve ferahtı. En azından kendi evimdekinden iyi olduğu
kesindi. Anne ve babam ne de mutlu olmuştu buraya tayin edildiğimi
duyduklarında. Erkek kardeşimse artık bir saraylı olduğumu
söyleyip benden rüşvet istemişti.
İşimi
hallettikten sonra odamdan ayrıldım, duvarlardaki yön tabelalarını
izleyerek en sonunda varabilmiştim kabul salonuna.
Bu
hava, bu atmosfer hiç de rahat değildi.
Adeta
kırılacakmışım gibi dimdik durarak salona girdim ve başımı
yerden hiç kaldırmadan kralın oturduğu yere doğru yürüdüm.
Işıltılı vazolar ve
avizeler dikkatimi çekiyordu.
Yere
paralel olacak şekilde eğildim. “Ben Milli Savunma Bakanlığı’ndan
koruma Ceyda Tezel! Emirlerinizi yerine getirmek için burdayım,
hünkarım!”
Tekrar
doğrulduğumda, beklenmedik bir şekilde gülümseyen, kırklı
yaşlarında bir adam görmek beni şaşırtmıştı. “Demek sen
yeni korumasın…”diye mırıldandı babacan bir sesle. “Çok da
geçmişsin. Kaç yaşındasın sen bakalım?”
“Yirmi
iki, efendim!”
“Hmm,
aranızda yalnızca bir yaş var. Bu iyi olabilir. Ama umarım sen de
diğerleri gibi olmazsın.”
Anlamamış gibi kaşlarımı
çattım. “Diğerleri gibi mi?”
“Haberin yok, değil mi?
Savunma Bakanlığı’ndan en yetenekli korumalarını yollamalarını
bizzat ben istedim. Aslına bakarsan, bir kız gönderecekleri aklıma
gelmemişti.”
Ben
en yetenekli koruma mıydım yani? Bunu hiç fark etmemiştim daha
önce.
“Sana
özel bir görev vereceğim.”diye sürdürdü konuşmasını
padişah VIII. Mehmet. “Çoğu kişinin başaramadığı bir
görev… Ama sana güvenmek istiyorum. Senden oğlum Kenan’ı
korumanı istiyorum.”
“Oğlunuzu mu?”
Duraksadım. “Şehzadeyi mi yani?”
“Evet,
belki duymuşsundur. Oğlum Kenan benim tek varisim. Ancak o biraz
sorunlu bir genç ve biraz terbiyeye ihtiyacı var. Senden onu adam
etmeni istiyorum.”
“Adam
etmek mi?”
“Yöntemi sana kalmış.
İster güzel yolla, ister döverek. Sana bu yetkiyi de veriyorum.
Yeter ki onu ay sonundaki düğününe kadar az da olsa kendine
getir.”
Ne
demeliydim? Padişah benden güç bir ricada bulunurken durup da
itiraz edebilir miydim ki?
Ama
ben bir Şehzadeyi nasıl adam edebilirdim ki?
“Efendim…”diye
mırıldandım. “Ben… Yapabilir miyim, bilmiyorum.”
“Korkmana gerek yok. Bu
işte yalnız olmayacaksın. Diğer koruma Tarık sana yardımcı
olacak. Hem bu görevi hakkıyla yerine getirebilirsen senin FBI’a
katılmanı sağlayacağıma söz veriyorum.”
Hayallerim koşullu
patikalardan da olsa bana doğru gelirken onlara dur demeli miydim?
Başımla onayladım.
“Elimden geleni yapacağım, efendim! Hemen başlamalı mıyım?”
Tebessüm etti. “Evet,
hemen başlayabilirsin.”
VIII.
Mehmet'in yanından ayrıldığımda derin bir nefes alabilmiştim.
Kapıda
ise bir genç beni bekliyordu. Yüzünde alaylı bir ifade vardı,
oldukça genç ve yakışıklı bir görünümü vardı.
Karşıma geçip durdu.
Gözlerini bana dikmişti. “Yeni korumanın bir kız olacağını
bilmiyordum.” Üzerime doğru eğildi. “Sen gerçekten en
yeteneklimiz misin?”
Bir
adım geri çekildim. “Siz kimsiniz?”
Kibirli bir tavırla başını
kaldırdı. “Ben senin takım arkadaşın, Tarık. Artık birlikte
çalışacağız.”
“Sen
hünkarın bahsettiği kişi misin?”
“Demek
benden bahsetti. Şehzade Kenan’ı birlikte koruyacağız bundan
sonra.”
Daha
dikkatle inceledim yüzünü. “Sen daha mı eskisin burada?”
“Evet,
bir ay önce atandım.”
“Şehzade nerede? Onun
yanına gitmeliyiz.”
Güldü.
“Sen hiç haberleri takip etmez misin? Onun nasıl biri olduğunu
hiç duymadın mı?”
“Bununla ne ilgisi var ki?”
Yine
üzerime eğildi. “O tam bir playboydur. Neden onu adam etmeye
çalışıyorsun sanıyorsun?”
“Her
neyse.” Sert bir hareketle onu geri ittim. “Hemen yanına gidip
onu korumaya başlamalıyım.”
“İyi
o zaman. Ama bence bunun için öncelikle yapman gereken bir şey
var.”
“Neymiş o?”
“Onun
nerede olduğunu bulmak.”
*
* *
Bu
bir şaka mıydı?
Nasıl
olurdu da koskoca Türkiye İmparatorluğu'nun şehzadesinin nerede
olduğunu kimse bilmezdi? Yer yarılmıştı da içine girmişti
sanki.
Tarık
denen sinir bozucu genç de yanımdaydı. Koruma arabasının şoför
koltuğuna oturmuştum ve öfkemi bastırmaya çalışarak yolları
tarıyordum.
“Boşuna uğraşıyoruz.”diye
konuştu Tarık rahat bir şekilde. “Ben bile pes ettim. Onu
bulmak imkânsız.”
Gözlerimi kısıp
kızgınlıkla baktım ona. “Daha ilk günden nasıl pes ederim?
Delirdin mi sen?”
Kulaklığımdan bir görevli
sesleniyordu. “Ceyda Hanım! Durum nedir?”
“Hala
arıyoruz, efendim! Bir bilgiye ulaşır ulaşmaz size bildireceğiz.”
Ne
aşağılayıcı bir durumdu bu böyle? Hiç böyle düşünmemiştim
hâlbuki.
“Gece
kulüplerine bakmalıyız.”dedi Tarık. Biraz daha ciddileşmişti
sanki. “En sık gittiği yerlerdir oralar.”
Direksiyonu ani bir hareketle
kırdım ve kararmaya yüz tutmuş gökyüzünün altında,
İstanbul’un en renkli sokaklarına, Taksim'e doğru sürdüm
arabayı.
Kaldırımlarında mini
etekli kızların dolaştığı ayyaşların cirit attığı ve göz
alıcı tabelaların dikkat çektiği bir caddede durdum.
“Şu
barlara bir bakalım.”dedim sıkılmış bir şekilde.
Arabadan inip en yakındaki
ışıklı kapıdan girdik.
Tahmin
ettiğim gibi iğrenç bir yerdi burası. Sigara ve içki kokusu
kaplamıştı içeriyi. Tuhaf bir duman yükseliyordu dans pistinden.
Sağır edici müzik durmadan çalıyordu ve iğneleyici bakışlar
çarpıyordu yüzüme.
“Sence
burada mı?”diye sordum Tarık'a.
“Her
yerde olabilir.”
Nerdeyse dört gece kulübünü
alt üst etmiştim ama yoktu.
En
sonunda sokağın sonuna gelmiştik.
“Bir
tek şu bar kaldı.”dedi Tarık eliyle göstererek. “Onda da
yoksa bu gece onu aramayı bırakacağız, tamam mı?”
Bitkin
bir şekilde başımı salladım. “Tamam.”
Burası
da diğer tüm barlar gibiydi. Boğuk ve tiksindirici…
Tarık
eliyle sahnenin arka kısmını işaret etti. “Ben şu tarafa
bakacağım. Biraz sonra kapıda buluşalım.”
Onaylayıp onun zıt yönünde
yürüdüm ve alt kata giden merdivenleri indim.
Burası
daha da beterdi. Yan yana dizilmiş oda şeklindeki kabinlerin
ardından kadın gülüşmeleri, bağırışlar ve iğrenç
sahnelerin gelmesine neden olan soluk sesleri geliyordu.
İrkilerek yürümeyi
sürdürdüm. Bir şehzade gerçekten burada olabilir miydi? Burada
olsa bile hangi kabinde olduğunu nereden bilecektim?
Koridorun sonuna kadar
yürüyüp durdum. Belimden silahımı çıkarıp tedbirli bir
şekilde etrafıma baktım.
Nerede
olduğunu anlamanın tek bir yolu vardı. Cebimden telefonumu
çıkardım, bana verilen numarayı çevirdim. Bu şehzadenin cep
telefonu numarasıydı. Eğer buradaysa çalacaktı ve zil sesinden
onu bulacaktım.
Birkaç
saniye içinde az ötemdeki kabinin ardından gelen müzik sesiyle
irkildim.
Bu,
o olabilirdi.
Usul
usul ilerledim ve kabinin kapısını hızla açıp içeri daldım.
Silahımı öne doğru uzatmıştım. Gözlerimse her an yanlış bir
şey görebilirim düşüncesiyle tedirgin bir biçimde kapanmaya
hazırdı.
Karşımdaysa, bir genç
oturuyordu. Rengi atmış kanepenin üstünde yüzündeki alaycı
gülümsemeyle, kollarını kanepenin iki yanına uzatmış bir
şekilde oturarak bana bakıyordu.
“Sonunda gelebildin.”dedi
tebessümünü hiç bozmadan. “Ben de seni bekliyordum.”
“Beni
mi bekliyordun?” Şaşkınlığım suratımdan okunuyor olmalıydı.
Ayağa
kalktı. “Sen yeni koruma değil misin? Bir kadın korumayı
beklemiyordum açıkçası.”
Dalgınlığımdan sıyrılmak
için gözlerimi ona diktim. “Ben sizin yeni korumanız, Ceyda!
Sizi götürmek için buradayım!”
Adım
adım yürüyüp önümde durdu. Dikkatle ayaklarımdan başlayarak
süzüyordu beni.
Utançla ceketimi düzelttim.
“Hünkarımızın kesin talimatı var, efendim. Sizi götürmek
zorundayım.”
“Güzelliğin su götürmez
olsa da…” Dalga geçer gibi gözlerini kıstı. “Bu konuda sana
hak veremeyeceğim. Maalesef bu talimatı yerine getirmene izin
veremem.”
Yüzünün etrafını
kaplamış olan siyah saçları vardı, uzun boyluydu ve birçok
kızın beğeneceği türden yakışıklı bir adamdı.
“Emirleri yerine getirmek
zorundayım!” Silahımı ona doğrulttum. “Lütfen zorluk
çıkarmayın.”
“Ne
yazık…” Yanımdan geçip giderken kulağıma eğilip fısıldadı.
“Bence sen de vazgeçmelisin.”
“Durun, yoksa…”
Silahım sırtındaydı.
“Yolsa
ne yaparsın?”diye sordu bana dönmeden. “Yoksa beni vurur
musun?”
Cidden, bunu yapar mıydım?