18 Ekim 2013 Cuma

ON ÜÇÜNCÜ AY_BÖLÜM1

YAZAR: SULTAN İNCE


BÖLÜM 1

<<CEYDA TEZEL>>
“Ceyda!”
Adımı seslenen kişiyi görebilmek için arkama dönüp baktığımda, şefim karşımda duruyordu.
Orta yaşlı bir adamdı, beyazlamaya başlamış saçları dikkat çekiyordu.
“İyi sabahlar, efendim.”dedim başımla selam verirken. Oldukça sade giyinmiştim, mesleğime ve konumuma yaraşır şekilde sade ve koyu renkliydi kıyafetlerim. Siyah bir kumaş pantolon ve arkamda topladığım uzun saçlarımla gayet mutluydum ne de olsa.
“Heyecanlı mısın?”diye sordu, şimdi koridorda birlikte yürüyorduk. “Biliyorsun, bugün tayin edileceğimiz makamlar belli olacak.”
“Biliyorum, efendim. Aslına bakarsanız, çok heyecanlıyım.”
Yıllar boyunca hayalini kurduğum mesleği yapıyor olmak tuhaf bir mutluluk veriyordu.
Bir koruma olmayı kendim istemiştim. Ve şimdiye dek birkaç kendini tehlikede sanıp polise müracaat eden insandan başka kimseyi korumamıştım.
Bugün yapılacak terfi belki de benim için daha ciddi görevlerin başlangıcı olurdu, emin değildim.
Resmiyetimi hiç bozmadan şefimle birlikte diğer korumaların da içinde bulunduğu ana ofise geçtik. Herkes merak içerisinde görünüyordu.
Dakikalar sonra bölüm müdürü Bekir Bey elinde sonuçların yazılı olduğunu tahmin ettiğim kâğıtlarla içeride belirmişti.
Tedirgin bir şekilde diğer meslektaşlarımla birlikte yan yana dizildik ve Bekir Bey’in yapacağı açıklamayı beklemeye başladık.
“Evet, çocuklar.”dedi müdür, kâğıtlara göz atarken. “Sanırım toplanma amacımızı bilmeyen yoktur. Sonuçlar belli oldu. Şimdi sırayla herkesin görev yerini tek tek söyleyeceğim. Başbakanlık bölümüne Necati Durdu, iç işleri bakanlığına Bay Salih Kaya, istihbarat bölümüne…”
Bölüm müdürü okumayı sürdürüyordu. Adını duyanların kimi seviniyor, kiyse aldığı sorumluluğun verdiği baskıyla kararsız görünüyordu.
Sıra ne zaman bana gelecek diye düşünürken, nihayet adımı işitmiştim.
“Ceyda Tezel…” Gördüklerine inanamıyormuş gibi kağıda daha dikkatli baktı. “Topkapı sarayına…”
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Ne yani? O kadar bakanlık ve devlet örgütü dururken, atana atana hiçbir yetkisi olmayan zarafet düşkünü kraliyet sarayına mı atanmıştım?
“Ne?” Şaşkınlıkla bölüm müdürüne bakmayı sürdürüyordum. “Emin misiniz? Topkapı Sarayı mı?”
“Evet, eminim. Topkapı Sarayı yazıyor. Biliyorsun bu atamaları üst makamlar yapıyor. Memnun değimlisin yoksa?”
“Ben… Şey… Biraz şaşırdım sadece.”
“Bu makama herkesi atamazlar. Mutlu olmalısın. Bu senin için büyük şans.”
“Şans mı?”
“Genelde saltanat korumalarından başarılı olup da kendini kanıtlayanlar FBI tarafından ajan olarak seçilir. Bu yüzden çok çalışıp yeteneklerini ispat etmelisin. Böylece bir gün belki bir FBI ajanı olursun.”
“FBI ajanı mı?” Bu benim hayalimdi!
Başarabilir miydim?
İster istemez gülümsedim. Bu gerçekten davetsiz ama aynı zamanda büyük bir fırsat olabilirdi.
* * *
Kafam karışıktı ve tedirgindim.
Buna rağmen, eşyalarımı toplamıştım ve Topkapı Sarayı'ndaki ilk günümü geçirmek üzere yola çıkmıştım.
Umudum oydu ki, en azından koruduğum kişi padişah ya da valide sultan olsundu. Bari sözü geçen birilerine hizmet etmeliydim.
Beni taşıyan koruma hizmet aracından indiğimde bavullarımı aldım ve beni nelerin beklediğini merak ederek doğru yürüdüm.
Saray Fatih zamanından kalmaydı ve o dönemin mimarisini yansıtıyordu.. Altın işlemeli kapılar ve tertemiz bir bahçeydi arka kapıdan görebildiğim. Henüz resmen göreve başlamadığım için ön kapıdan girmeye yetkim yoktu.
Karşıma çıkan orta yaşlı adama baktım gözlerimi kısarak.
“Siz kimsiniz?”diye sordu ciddiyetle. “Saraya nasıl böyle izinsiz girebilirsiniz?”
Dimdik durdum. “Ben Milli Savunma Bakanlığı’ndan atanmış korumayım!”
“Öyle mi?” Pek de umursamış görünmüyordu. “Biz de sizi bekliyorduk. Beni takip edin lütfen.”
Yeniden bavullarımı yüklendim ve adamın peşinden yürümeye başladım.
Uzun koridorlar ve göz alıcı pahalı eşyaların ardından bir odanın önünde durdu adam. “Burası size ayrıldı. Artık burada kalacaksınız.”
Başımla selam verdim. “Yardımız için çok teşekkürler, efendim.”
“Eşyalarını yerleştirdikten sonra hünkarımızı selamlamak için kabul salonuna gelmelisin.”
“Peki, efendim.”
Adam uzaklaştığında, sessizce odama girdim ve üç beş parça kıyafetimi dolaplara koydum. Bu küçük çalışan odası bile ne kadar geniş ve ferahtı. En azından kendi evimdekinden iyi olduğu kesindi. Anne ve babam ne de mutlu olmuştu buraya tayin edildiğimi duyduklarında. Erkek kardeşimse artık bir saraylı olduğumu söyleyip benden rüşvet istemişti.
İşimi hallettikten sonra odamdan ayrıldım, duvarlardaki yön tabelalarını izleyerek en sonunda varabilmiştim kabul salonuna.
Bu hava, bu atmosfer hiç de rahat değildi.
Adeta kırılacakmışım gibi dimdik durarak salona girdim ve başımı yerden hiç kaldırmadan kralın oturduğu yere doğru yürüdüm.
Işıltılı vazolar ve avizeler dikkatimi çekiyordu.
Yere paralel olacak şekilde eğildim. “Ben Milli Savunma Bakanlığı’ndan koruma Ceyda Tezel! Emirlerinizi yerine getirmek için burdayım, hünkarım!”
Tekrar doğrulduğumda, beklenmedik bir şekilde gülümseyen, kırklı yaşlarında bir adam görmek beni şaşırtmıştı. “Demek sen yeni korumasın…”diye mırıldandı babacan bir sesle. “Çok da geçmişsin. Kaç yaşındasın sen bakalım?”
“Yirmi iki, efendim!”
“Hmm, aranızda yalnızca bir yaş var. Bu iyi olabilir. Ama umarım sen de diğerleri gibi olmazsın.”
Anlamamış gibi kaşlarımı çattım. “Diğerleri gibi mi?”
“Haberin yok, değil mi? Savunma Bakanlığı’ndan en yetenekli korumalarını yollamalarını bizzat ben istedim. Aslına bakarsan, bir kız gönderecekleri aklıma gelmemişti.”
Ben en yetenekli koruma mıydım yani? Bunu hiç fark etmemiştim daha önce.
“Sana özel bir görev vereceğim.”diye sürdürdü konuşmasını padişah VIII. Mehmet. “Çoğu kişinin başaramadığı bir görev… Ama sana güvenmek istiyorum. Senden oğlum Kenan’ı korumanı istiyorum.”
“Oğlunuzu mu?” Duraksadım. “Şehzadeyi mi yani?”
“Evet, belki duymuşsundur. Oğlum Kenan benim tek varisim. Ancak o biraz sorunlu bir genç ve biraz terbiyeye ihtiyacı var. Senden onu adam etmeni istiyorum.”
“Adam etmek mi?”
“Yöntemi sana kalmış. İster güzel yolla, ister döverek. Sana bu yetkiyi de veriyorum. Yeter ki onu ay sonundaki düğününe kadar az da olsa kendine getir.”
Ne demeliydim? Padişah benden güç bir ricada bulunurken durup da itiraz edebilir miydim ki?
Ama ben bir Şehzadeyi nasıl adam edebilirdim ki?
“Efendim…”diye mırıldandım. “Ben… Yapabilir miyim, bilmiyorum.”
“Korkmana gerek yok. Bu işte yalnız olmayacaksın. Diğer koruma Tarık sana yardımcı olacak. Hem bu görevi hakkıyla yerine getirebilirsen senin FBI’a katılmanı sağlayacağıma söz veriyorum.”
Hayallerim koşullu patikalardan da olsa bana doğru gelirken onlara dur demeli miydim?
Başımla onayladım. “Elimden geleni yapacağım, efendim! Hemen başlamalı mıyım?”
Tebessüm etti. “Evet, hemen başlayabilirsin.”
VIII. Mehmet'in yanından ayrıldığımda derin bir nefes alabilmiştim.
Kapıda ise bir genç beni bekliyordu. Yüzünde alaylı bir ifade vardı, oldukça genç ve yakışıklı bir görünümü vardı.
Karşıma geçip durdu. Gözlerini bana dikmişti. “Yeni korumanın bir kız olacağını bilmiyordum.” Üzerime doğru eğildi. “Sen gerçekten en yeteneklimiz misin?”
Bir adım geri çekildim. “Siz kimsiniz?”
Kibirli bir tavırla başını kaldırdı. “Ben senin takım arkadaşın, Tarık. Artık birlikte çalışacağız.”
“Sen hünkarın bahsettiği kişi misin?”
“Demek benden bahsetti. Şehzade Kenan’ı birlikte koruyacağız bundan sonra.”
Daha dikkatle inceledim yüzünü. “Sen daha mı eskisin burada?”
“Evet, bir ay önce atandım.”
“Şehzade nerede? Onun yanına gitmeliyiz.”
Güldü. “Sen hiç haberleri takip etmez misin? Onun nasıl biri olduğunu hiç duymadın mı?”
“Bununla ne ilgisi var ki?”
Yine üzerime eğildi. “O tam bir playboydur. Neden onu adam etmeye çalışıyorsun sanıyorsun?”
“Her neyse.” Sert bir hareketle onu geri ittim. “Hemen yanına gidip onu korumaya başlamalıyım.”
“İyi o zaman. Ama bence bunun için öncelikle yapman gereken bir şey var.”
“Neymiş o?”
“Onun nerede olduğunu bulmak.”
* * *
Bu bir şaka mıydı?
Nasıl olurdu da koskoca Türkiye İmparatorluğu'nun şehzadesinin nerede olduğunu kimse bilmezdi? Yer yarılmıştı da içine girmişti sanki.
Tarık denen sinir bozucu genç de yanımdaydı. Koruma arabasının şoför koltuğuna oturmuştum ve öfkemi bastırmaya çalışarak yolları tarıyordum.
“Boşuna uğraşıyoruz.”diye konuştu Tarık rahat bir şekilde. “Ben bile pes ettim. Onu bulmak imkânsız.”
Gözlerimi kısıp kızgınlıkla baktım ona. “Daha ilk günden nasıl pes ederim? Delirdin mi sen?”
Kulaklığımdan bir görevli sesleniyordu. “Ceyda Hanım! Durum nedir?”
“Hala arıyoruz, efendim! Bir bilgiye ulaşır ulaşmaz size bildireceğiz.”
Ne aşağılayıcı bir durumdu bu böyle? Hiç böyle düşünmemiştim hâlbuki.
“Gece kulüplerine bakmalıyız.”dedi Tarık. Biraz daha ciddileşmişti sanki. “En sık gittiği yerlerdir oralar.”
Direksiyonu ani bir hareketle kırdım ve kararmaya yüz tutmuş gökyüzünün altında, İstanbul’un en renkli sokaklarına, Taksim'e doğru sürdüm arabayı.
Kaldırımlarında mini etekli kızların dolaştığı ayyaşların cirit attığı ve göz alıcı tabelaların dikkat çektiği bir caddede durdum.
“Şu barlara bir bakalım.”dedim sıkılmış bir şekilde.
Arabadan inip en yakındaki ışıklı kapıdan girdik.
Tahmin ettiğim gibi iğrenç bir yerdi burası. Sigara ve içki kokusu kaplamıştı içeriyi. Tuhaf bir duman yükseliyordu dans pistinden. Sağır edici müzik durmadan çalıyordu ve iğneleyici bakışlar çarpıyordu yüzüme.
“Sence burada mı?”diye sordum Tarık'a.
“Her yerde olabilir.”
Nerdeyse dört gece kulübünü alt üst etmiştim ama yoktu.
En sonunda sokağın sonuna gelmiştik.
“Bir tek şu bar kaldı.”dedi Tarık eliyle göstererek. “Onda da yoksa bu gece onu aramayı bırakacağız, tamam mı?”
Bitkin bir şekilde başımı salladım. “Tamam.”
Burası da diğer tüm barlar gibiydi. Boğuk ve tiksindirici…
Tarık eliyle sahnenin arka kısmını işaret etti. “Ben şu tarafa bakacağım. Biraz sonra kapıda buluşalım.”
Onaylayıp onun zıt yönünde yürüdüm ve alt kata giden merdivenleri indim.
Burası daha da beterdi. Yan yana dizilmiş oda şeklindeki kabinlerin ardından kadın gülüşmeleri, bağırışlar ve iğrenç sahnelerin gelmesine neden olan soluk sesleri geliyordu.
İrkilerek yürümeyi sürdürdüm. Bir şehzade gerçekten burada olabilir miydi? Burada olsa bile hangi kabinde olduğunu nereden bilecektim?
Koridorun sonuna kadar yürüyüp durdum. Belimden silahımı çıkarıp tedbirli bir şekilde etrafıma baktım.
Nerede olduğunu anlamanın tek bir yolu vardı. Cebimden telefonumu çıkardım, bana verilen numarayı çevirdim. Bu şehzadenin cep telefonu numarasıydı. Eğer buradaysa çalacaktı ve zil sesinden onu bulacaktım.
Birkaç saniye içinde az ötemdeki kabinin ardından gelen müzik sesiyle irkildim.
Bu, o olabilirdi.
Usul usul ilerledim ve kabinin kapısını hızla açıp içeri daldım. Silahımı öne doğru uzatmıştım. Gözlerimse her an yanlış bir şey görebilirim düşüncesiyle tedirgin bir biçimde kapanmaya hazırdı.
Karşımdaysa, bir genç oturuyordu. Rengi atmış kanepenin üstünde yüzündeki alaycı gülümsemeyle, kollarını kanepenin iki yanına uzatmış bir şekilde oturarak bana bakıyordu.
“Sonunda gelebildin.”dedi tebessümünü hiç bozmadan. “Ben de seni bekliyordum.”
“Beni mi bekliyordun?” Şaşkınlığım suratımdan okunuyor olmalıydı.
Ayağa kalktı. “Sen yeni koruma değil misin? Bir kadın korumayı beklemiyordum açıkçası.”
Dalgınlığımdan sıyrılmak için gözlerimi ona diktim. “Ben sizin yeni korumanız, Ceyda! Sizi götürmek için buradayım!”
Adım adım yürüyüp önümde durdu. Dikkatle ayaklarımdan başlayarak süzüyordu beni.
Utançla ceketimi düzelttim. “Hünkarımızın kesin talimatı var, efendim. Sizi götürmek zorundayım.”
“Güzelliğin su götürmez olsa da…” Dalga geçer gibi gözlerini kıstı. “Bu konuda sana hak veremeyeceğim. Maalesef bu talimatı yerine getirmene izin veremem.”
Yüzünün etrafını kaplamış olan siyah saçları vardı, uzun boyluydu ve birçok kızın beğeneceği türden yakışıklı bir adamdı.
“Emirleri yerine getirmek zorundayım!” Silahımı ona doğrulttum. “Lütfen zorluk çıkarmayın.”
“Ne yazık…” Yanımdan geçip giderken kulağıma eğilip fısıldadı. “Bence sen de vazgeçmelisin.”
“Durun, yoksa…”
Silahım sırtındaydı.
“Yolsa ne yaparsın?”diye sordu bana dönmeden. “Yoksa beni vurur musun?”


Cidden, bunu yapar mıydım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder