15 Ocak 2015 Perşembe

A MONSTER OR A VICTIM?


   Whoever we ask, people say that they don't care the appearance, they just care people's character and heart. But the truth is generally people care the appearance when they see a new person. Frankenstein who was written by Mary Shelley was a person who made people feel uncomfortable. Frankenstein who referred to his creator's name was known as a monster by most of people. Accually, he was a sample of people's isolation. In comparison with his being monster, fears, incomprehenson and differences in people's mind made him a victim. Biases affected people's feeling about Frankenstein. He was a victim of society's isolation and fears.
   When we count the reasons which make Frankenstein a victim was his appearence. He had a ugly face and a very big and horroble body. Society didn't accept him, they isolated him from people. Because they was afraid of his monster appearence, they couldn't trust on him. People usully feel a fear to humans who are different for them. Generally different people's first imprassions are curiosity or fear. Because of Frankenstein's monster body, this feeling became a big fear. People didn't want to know him, they didn't want to accept him, because this fear didn't let them do that. In this context, Frankenstein's bad appearence made people moved him away.
   Even though Frankenstein had a monster body, oddly, his heart was so lovely and he needed people's love and interest. In his heart, he was not a monster, he just feel like a child who needs mother's love. Like every children who are left by their family, Frankenstein didn't understand the people's behaviors to him. Creator of Frankenstein, Victor Frankenstein, didn't want to take care of him, because after created him he realized Frankenstein was not a normal person. After seeing him, he was afraid of him, and he escaped. He didn't want to concede that he generated a monster. He got his monster away, while Frankenstein was waiting just some love from him. Also because of people's fears for him, he was all alone. This loneliness made Frankenstein more cruel and made him more isolated.
   Frankenstein's another difference which made him a victim of being a monster was that his body that was never fall ill. Victor Frankenstein intended to create a perfect body without any ilness. By this way,  wanted to find an immortal life. This facility made Frankenstein more different from people and made him more far them away. In a world that people didn't want to face with him, Frankenstein had to live forever. Those differences drifted Frankenstein become a monster and victim.
   Mary Shelley's main reason of writing this character was to feel an experience of being God and creating a human. Mary Shelley lived many big problems in her life such as her mother's dying. She wanted to ask to God about this problems. She queried her life's meaning to God. In the book scientist Victor Frankenstein wanted to be a God of person and manage his life. Through this book Mary Shelley showed the results of this wish to us and to herself. In her pen, Frankenstein character became a pathetic monster.


   On the whole, Frankenstein was a victim of people's biases. A horroble appearence, people's fear's, cruel differences between him and society made him a victim who could live a lovely life. After Frankenstein just remained a pathetic story of a monster and victim.

GELECEĞE DAİR


  Cesur Yeni Dünya, günümüzden yaklaşık beş yüz yıl sonrası hakkında yazılmış bir kötü gelecek senaryosu, yani distopyadır. Bu senaryoda, insanlığın Ford’un T Modelini buluşunu milat kabul ettiğini, aşırı modern bu ileri dünyanın insanlığın geçmişini yok sayarak tamamen insanlık dışı bir uygulamayı esas aldığını görüyoruz. İnsanların kopyalanarak döllenme merkezlerinde çoklu olarak üretildiği; duygu, ahlak ve din gibi olguların olmadığı; insanların kast sistemiyle koşullandırıldığı ve adeta kukla misali yaşayan insanlardan oluşan bir dünyadır bu. Huxley’nin bu romanı yazdığı zamanda yani on dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla bağlandığı dönemde, üretim modellerini olduğu gibi sarsan Ford’un ilk seri otomobil üretimine geçişinden etkilendiğini söyleyebiliriz.
   Burada ilk göze çarpan nokta, insanların ‘üretim’ şeklidir. İnsanlar artık üremiyor, adeta üretiliyordur. Bugün, geniş çapta bir tartışma konusu olan ve bilim adamlarının farklı görüşler öne sürdüğü klonlama yöntemi, romanın geçtiği dönemde ana üreme sistemi olarak kabul edilmiştir. İnsanlar, toplanan yumurta ve spermlerin belirli merkezlerde döllenmesiyle ve ardından tüplerde yetiştirilmesiyle oluşturuluyordur. İnsanın temel vasıflarından biri olan üreme ve çocuk sahibi olmak vasfı elinden alınmış, yerine bağımsız, kimin kime ait olduğu bilinmeyen bir çoğalma yöntemi geliştirilmiştir. Tek bir yumurta ve spermin döllenmesinden oluşan embriyo, klonlama yöntemiyle çoğaltılır hatta doksan kopyaya ulaşılır. Bu denli ileri bir klonlanmış dünyaya varmadan evvel, günümüzde sürmekte olan klonlama etik midir sorusuna bir göz atmak gerekiyor. İlk kopyalanan canlı olan koyun Dolly’den sonra bazı bilim adamlarının insan kopyalama konusunda epeyce hevesli olduğu görüldü. Bu konuda çalışmalar yaptıklarını açıklayan araştırma merkezleri, bunun bilimin doğal bir ilerleme sonucu olduğunu beyan ettiler. Fakat hem insan gibi karmaşık yapıda bir canlıyı sorunsuzca kopyalamak şimdilik mümkün görünmediği ve halen toplumda klonlama denilen yeni olguya büyük bir tepki olduğundan klonlamanın çok geri bir safhada olduğu söylenebilir.



   İnsan klonlamanın etik değerlere aykırı olduğunu savunan bilim adamları, yüzyıllardır süre gelen ve aktarılan genetik bilginin klonlama yöntemi yüzünden yok olabileceğini savunmaktadırlar. Zira klonlanan canlı DNA’sı alınan canlının fiziksel olarak bire bir aynısı olmaktadır. Örnek verilecek olursa, normalde annesinden ve babasından gelen genlerle tamamen farklı bir insan oluşacakken, eğer klonlama yöntemi uygulanırsa ya annesinin ya da babasının kopyası olacak bir çocuk meydana gelir. Tıpkı sonradan doğan ikiz bir kardeş gibi. Ayrıca, eğer DNA’sı alınan canlıda herhangi bir genetik bozukluk ya da hastalık varsa, bu doğrudan kopyalanan deneğe geçmektedir. Bu noktada, insanoğlunun çok çeşitli genetik yapısının bozulabileceği ve geri dönülmez felaketlere yol açabileceği göz ardı edilmemelidir.
   Diğer bir açıdan, sanıldığının aksine, kopyalanan canlı DNA’sı alınan canlının karakter olarak da birebir aynısı olmamaktadır. Bunu, ana rahminde ikiye ya da üçe bölünen -yani kopyalanan- döllenmiş bir yumurtadan doğan tek yumurta ikizlerine benzetebiliriz. Her ne kadar dış görünüşleri ve genetik yapıları aynı olsa da, çevresel faktörler bu iki insanı birbirinin aynısı yapmaz. Düşünce ve duygu dünyalarıyla bambaşka iki insandırlar onlar. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi, kopyalanan insanlar da çevresel unsurların etkisiyle farklılaşacaklardır.



   Burada ele alınması gereken diğer bir olgu, psikolojik şartlanma meselesidir. Cesur Yeni Dünya kitabında, oluşturulan modern dünyadaki kast sistemini sağlamlaştırabilmek için, insanlar kopyalandıktan sonra psikolojik şartlanma denilen bir yöntemle psikolojik olarak da özellikle birbirinin aynısı hale getirilmektedir. Sınıf bilinci oluşturmak ve insanları o sınıfların içinde kalmaya ikna etmek için, klonlama yönteminin ardından belirli yargılara ve kurallara şartlandırmaktadırlar. Kitabın günümüz dünyasından en temel farklarından biri budur.
   Psikolojik şartlanma, Pavlov’un köpeği deneyiyle ortaya koyulan koşullu şartlanma olgusuna dayanır. Şartlanma, bir şey yapıldığında ortaya çıkan sonucun, o şey yapılmadan sadece onunla ilgili bir ipucu görüldüğünde de ortaya çıkacağının varsayılması durumu olarak özetlenebilir. Örneğin, her kapı çaldığında et verilen bir köpeğin, her kapı çalışında ağzında ve midesinde salgılar salgılaması gibi. İpucu aynı olduğunda, sonucun da aynı olmasına koşullandırılmışlardır. İnsanlarda görülen şekli ise genelde aynı şeylere ya da farklı şeylere olan şartlanmadır. Alışkanlıklar bu yolla oluşur. Hep aynı sonucu alma beklentisi bizi alışkanlıklara sürükler. Kitapta, sürekli kendilerinden farklı olan sınıfların iyi ya da kötü olarak onlara dikte edilmesi sonucu, klonlanmış ve şartlandırılmış insanlar diğer sınıflardan birini gördüklerinde, birbirlerini tanımamalarına rağmen iyi ya da kötü diye yargıya varmaktadırlar. Her sınıfın bir rengi vardır ve bu renkler diğer sınıflar için ‘iğrenç’ ya da ‘harika’ olarak nitelendirilir. Gelişim sürecinde sürekli empoze edilen yargılar, kişilerin beyninde vızıldayan arılar gibi dolanmakta ve onları niye yaptıklarını bilmedikleri davranışlara ve düşüncelere sevk etmektedir. Doğal olmayan bir şekilde insanları şekillendiren bu psikolojik şartlanma, insanın değer verme ve seçme haklarını tamamen elinden almakta, onu düşünemeyen, hissedemeyen bir robot haline getirmektedir.
   Klonlama ve şartlanma yöntemlerinin, yani insanoğlunu robotlaştırabilecek tehlikelere sahip iki yöntemin bir arada kullanıldığı bu gelecek senaryosunda, karşımıza birbirinin aynı, sınıflara ayrılmış, kendi değer yargılarına kendisi varamayan, etik ve dini değerleri elinden alınmış ve sırf tüketim için yaşayan insanlar çıkıyor. Her ne kadar distopyaların ya da ütopyaların gerçekçiliğine şüpheyle baksam da, hele ki böylesine ileri boyutta bir kötü gelecek senaryosuna inanmayı reddetsem de, günümüzde gelişme gösteren bu iki bilim olgusunun gelecekte nasıl değişimlere yol açacağını merak etmeden duramıyorum. Yine de, insanoğlunun yüzyıllardır koruyageldiği ve uğruna yaşadığı değerlerin hep var olacağına inanıyorum. Günümüze dair geçmişte yazılan gelecek senaryolarının çoğu başarıya ulaşmaktan uzaktı. Aynı şekilde, insanoğlunun gelecekte de zannettiğimizin aksine yaşam sebeplerini kendi elleriyle öldüreceğine inanmıyorum.


2 Ocak 2015 Cuma

İSTANBUL OYUNCAK MÜZESİ

   Son gezdiğim yerlerden biri, İstanbul Oyuncak Müzesiydi. Gezi öncesinde yaptığım küçük bir araştırma neticesinde, müzenin kuruluşu ve bugünkü mahiyeti hakkında bilgi sahibi oldum. Müzenin kendine ait çok şirin bir internet sitesi var, müzeyle ilgili gerekli bütün bilgileri oradan bulmak mümkün. Müze, yazar Sunay Akın'ın kendi gelirleriyle dünyanın pek çok farklı yerinden topladığı oyuncakların sergilendiği bir yer. Yirminci yüzyılın başından kalma eserleri bile bulabileceğiniz, çok zengin bir arşive sahip. Sunay Akın, bu müze sayesinde hayalini gerçekleştirmiş oluyordu, bu hayal için ailesinden kalma tarihi konağı kullandı. Konak, sanatçı Ayhan Doğan tarafından yeniden dizayn edilmiş ve 2005 yılında hizmete açılmıştır.


   Müze Göztepe'de. Ulaşımı biraz zor, zira bir yerden sonra otobüs vesaire olmadığı için yürümek zorunda kalıyorsunuz. Ama olsun, yine de verilen emeğe değeceğini düşünüyorum.
   Müze gerçekten zengin bir kaynağa sahip oyuncak bakımından. Amerika'dan, Avrupa'nın çeşitli yerlerinden, Asya'dan birçok farklı oyuncak bir aradaydı. Kızılderili oyuncakları, Avrupai yaşam tarzını yansıtan bebek evler, İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma Nazi oyuncakları ve daha neler neler...


   Bina bir konak olduğu için, tasarım da bu esas alınarak yapılmıştı. Konağın her bir odası bir konsept çerçevesinde yeniden dizayn edilmişti. Bir odada şirin Mickey Mouse gülümserken, diğerinde Nazi oyuncaklarının hüzünlü havası hakimdi. Asıl beni şaşırtansa, en alt kattaki lavabo bölümünün dizaynı olmuştu. Bir denizaltının dar koridoru şeklinde tasarlanmış olan bölümde, duvarlardaki akvaryum pencereler cidden sizi alıp denizaltına götürüyordu sanki. Gıcırdayan tahta basamaklar, duvarlarda asılı eski İş Bankası afişleri ve bir yığın eski oyuncak... Renkli havasıyla ve büyülü atmosferiyle ziyaretçilerini içine çeken bir ortam adeta.


   Müzeyi gezerken, çocukluğunuza dönüyorsunuz, camekanın arkasındaki şirin oyuncakları alıp yeniden oynamaya başlamak istiyorsunuz. Yıllar öncesinin insanları bunlarla mı oynuyormuş diye şaşırıyorsunuz, heyecanlanıyor, hüzünleniyorsunuz...
   Müzenin biz yetişkinlere çocukluğumuzu hatırlatması ve geçmişi diri tutması açısından çok yararlı olduğunu düşünüyorum. Bir toplumun temel taşları olan insanların hepsi, istisnasız bu oyuncakla oynama evresinden geçiyor ne de olsa. Bir toplumun meraklarını, kültürünü, hatta geleceğini oyuncaklara bakarak anlamak mümkün. Tıpkı Hitler'in vatandaşlarını savaşa hazırlamak için daha on yıl öncesinden savaş oyuncakları üretmesi gibi...
   Müze bu alanda birçok ödüle de aday gösterilmiş. Küçük, mütevazı bir yer olmasına rağmen içeri girdiğiniz andan itibaren sizi etkisi altına alıyor oluşu bunu hak ettiğini gösteriyor.
   Müzede oyuncakların tarihçesi ve nasıl elde edildiğiyle ilgili de bilgi afişleri var yer yer.


   Eğer geçmişe gitmek istiyorsanız, çocukluğunuzun oyuncaklarını çocuklarınız da görsün istiyorsanız, bu müzeyi şiddetle tavsiye ediyorum.