15 Ocak 2015 Perşembe

GELECEĞE DAİR


  Cesur Yeni Dünya, günümüzden yaklaşık beş yüz yıl sonrası hakkında yazılmış bir kötü gelecek senaryosu, yani distopyadır. Bu senaryoda, insanlığın Ford’un T Modelini buluşunu milat kabul ettiğini, aşırı modern bu ileri dünyanın insanlığın geçmişini yok sayarak tamamen insanlık dışı bir uygulamayı esas aldığını görüyoruz. İnsanların kopyalanarak döllenme merkezlerinde çoklu olarak üretildiği; duygu, ahlak ve din gibi olguların olmadığı; insanların kast sistemiyle koşullandırıldığı ve adeta kukla misali yaşayan insanlardan oluşan bir dünyadır bu. Huxley’nin bu romanı yazdığı zamanda yani on dokuzuncu yüzyılın yirminci yüzyıla bağlandığı dönemde, üretim modellerini olduğu gibi sarsan Ford’un ilk seri otomobil üretimine geçişinden etkilendiğini söyleyebiliriz.
   Burada ilk göze çarpan nokta, insanların ‘üretim’ şeklidir. İnsanlar artık üremiyor, adeta üretiliyordur. Bugün, geniş çapta bir tartışma konusu olan ve bilim adamlarının farklı görüşler öne sürdüğü klonlama yöntemi, romanın geçtiği dönemde ana üreme sistemi olarak kabul edilmiştir. İnsanlar, toplanan yumurta ve spermlerin belirli merkezlerde döllenmesiyle ve ardından tüplerde yetiştirilmesiyle oluşturuluyordur. İnsanın temel vasıflarından biri olan üreme ve çocuk sahibi olmak vasfı elinden alınmış, yerine bağımsız, kimin kime ait olduğu bilinmeyen bir çoğalma yöntemi geliştirilmiştir. Tek bir yumurta ve spermin döllenmesinden oluşan embriyo, klonlama yöntemiyle çoğaltılır hatta doksan kopyaya ulaşılır. Bu denli ileri bir klonlanmış dünyaya varmadan evvel, günümüzde sürmekte olan klonlama etik midir sorusuna bir göz atmak gerekiyor. İlk kopyalanan canlı olan koyun Dolly’den sonra bazı bilim adamlarının insan kopyalama konusunda epeyce hevesli olduğu görüldü. Bu konuda çalışmalar yaptıklarını açıklayan araştırma merkezleri, bunun bilimin doğal bir ilerleme sonucu olduğunu beyan ettiler. Fakat hem insan gibi karmaşık yapıda bir canlıyı sorunsuzca kopyalamak şimdilik mümkün görünmediği ve halen toplumda klonlama denilen yeni olguya büyük bir tepki olduğundan klonlamanın çok geri bir safhada olduğu söylenebilir.



   İnsan klonlamanın etik değerlere aykırı olduğunu savunan bilim adamları, yüzyıllardır süre gelen ve aktarılan genetik bilginin klonlama yöntemi yüzünden yok olabileceğini savunmaktadırlar. Zira klonlanan canlı DNA’sı alınan canlının fiziksel olarak bire bir aynısı olmaktadır. Örnek verilecek olursa, normalde annesinden ve babasından gelen genlerle tamamen farklı bir insan oluşacakken, eğer klonlama yöntemi uygulanırsa ya annesinin ya da babasının kopyası olacak bir çocuk meydana gelir. Tıpkı sonradan doğan ikiz bir kardeş gibi. Ayrıca, eğer DNA’sı alınan canlıda herhangi bir genetik bozukluk ya da hastalık varsa, bu doğrudan kopyalanan deneğe geçmektedir. Bu noktada, insanoğlunun çok çeşitli genetik yapısının bozulabileceği ve geri dönülmez felaketlere yol açabileceği göz ardı edilmemelidir.
   Diğer bir açıdan, sanıldığının aksine, kopyalanan canlı DNA’sı alınan canlının karakter olarak da birebir aynısı olmamaktadır. Bunu, ana rahminde ikiye ya da üçe bölünen -yani kopyalanan- döllenmiş bir yumurtadan doğan tek yumurta ikizlerine benzetebiliriz. Her ne kadar dış görünüşleri ve genetik yapıları aynı olsa da, çevresel faktörler bu iki insanı birbirinin aynısı yapmaz. Düşünce ve duygu dünyalarıyla bambaşka iki insandırlar onlar. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi, kopyalanan insanlar da çevresel unsurların etkisiyle farklılaşacaklardır.



   Burada ele alınması gereken diğer bir olgu, psikolojik şartlanma meselesidir. Cesur Yeni Dünya kitabında, oluşturulan modern dünyadaki kast sistemini sağlamlaştırabilmek için, insanlar kopyalandıktan sonra psikolojik şartlanma denilen bir yöntemle psikolojik olarak da özellikle birbirinin aynısı hale getirilmektedir. Sınıf bilinci oluşturmak ve insanları o sınıfların içinde kalmaya ikna etmek için, klonlama yönteminin ardından belirli yargılara ve kurallara şartlandırmaktadırlar. Kitabın günümüz dünyasından en temel farklarından biri budur.
   Psikolojik şartlanma, Pavlov’un köpeği deneyiyle ortaya koyulan koşullu şartlanma olgusuna dayanır. Şartlanma, bir şey yapıldığında ortaya çıkan sonucun, o şey yapılmadan sadece onunla ilgili bir ipucu görüldüğünde de ortaya çıkacağının varsayılması durumu olarak özetlenebilir. Örneğin, her kapı çaldığında et verilen bir köpeğin, her kapı çalışında ağzında ve midesinde salgılar salgılaması gibi. İpucu aynı olduğunda, sonucun da aynı olmasına koşullandırılmışlardır. İnsanlarda görülen şekli ise genelde aynı şeylere ya da farklı şeylere olan şartlanmadır. Alışkanlıklar bu yolla oluşur. Hep aynı sonucu alma beklentisi bizi alışkanlıklara sürükler. Kitapta, sürekli kendilerinden farklı olan sınıfların iyi ya da kötü olarak onlara dikte edilmesi sonucu, klonlanmış ve şartlandırılmış insanlar diğer sınıflardan birini gördüklerinde, birbirlerini tanımamalarına rağmen iyi ya da kötü diye yargıya varmaktadırlar. Her sınıfın bir rengi vardır ve bu renkler diğer sınıflar için ‘iğrenç’ ya da ‘harika’ olarak nitelendirilir. Gelişim sürecinde sürekli empoze edilen yargılar, kişilerin beyninde vızıldayan arılar gibi dolanmakta ve onları niye yaptıklarını bilmedikleri davranışlara ve düşüncelere sevk etmektedir. Doğal olmayan bir şekilde insanları şekillendiren bu psikolojik şartlanma, insanın değer verme ve seçme haklarını tamamen elinden almakta, onu düşünemeyen, hissedemeyen bir robot haline getirmektedir.
   Klonlama ve şartlanma yöntemlerinin, yani insanoğlunu robotlaştırabilecek tehlikelere sahip iki yöntemin bir arada kullanıldığı bu gelecek senaryosunda, karşımıza birbirinin aynı, sınıflara ayrılmış, kendi değer yargılarına kendisi varamayan, etik ve dini değerleri elinden alınmış ve sırf tüketim için yaşayan insanlar çıkıyor. Her ne kadar distopyaların ya da ütopyaların gerçekçiliğine şüpheyle baksam da, hele ki böylesine ileri boyutta bir kötü gelecek senaryosuna inanmayı reddetsem de, günümüzde gelişme gösteren bu iki bilim olgusunun gelecekte nasıl değişimlere yol açacağını merak etmeden duramıyorum. Yine de, insanoğlunun yüzyıllardır koruyageldiği ve uğruna yaşadığı değerlerin hep var olacağına inanıyorum. Günümüze dair geçmişte yazılan gelecek senaryolarının çoğu başarıya ulaşmaktan uzaktı. Aynı şekilde, insanoğlunun gelecekte de zannettiğimizin aksine yaşam sebeplerini kendi elleriyle öldüreceğine inanmıyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder